6 Mart 2008 Perşembe

TALEP – YÖNLÜ İKTİSAT TEORİSİ


I- GİRİŞ
Talep-yönlü iktisat (Keynesyen İktisat), 1929 Büyük Depresyonunun ortaya
çıkardığı işsizlik ve toplam talepteki yetersizlikleri gidermek amacıyla
geliştirilmiş bir iktisadi düşüncedir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında toplam
arzdaki düşüş, belirli ölçülerde giderilmeye çalışılmış olmasına rağmen
toplam talepteki azalmayı giderici önlemler yeterince alınamamıştır. Bu
nedenle etkileri hemen bütün dünyada hissedilen 1929 Büyük Depresyonu
yaşanmıştır. Bu araştırmada klasik liberal düşüncenin aksine devletin
düzenleyici ve müdahaleci fonksiyonlar üstlenmesini savunan talep-yönlü
iktisadın teorik ve analitik çerçevesi incelenmektedir.



II- TALEP – YÖNLÜ İKTİSADIN TEORİK VE ANALİTİK ÇERÇEVESİ
Talep-yönlü iktisadı, ekonomide etkin kaynak kullanımının sağlanması,
ekonomik büyüme ve kalkınmanın gerçekleştirilmesi, adil bir gelir ve servet
dağılımının temini ve ekonomik istikrarın sağlanması için devletin “toplam
talep” üzerinde yönlendirici kararlar almasını öneren bir iktisadi düşünce
olarak tanımlamak mümkündür. Talep-yönlü iktisadın teorik temelleri J.M.
Keynes tarafından 1936 yılında yayınlanan “İstihdam, Faiz ve Paranın Genel
Teorisi” adlı eserde yer almıştır. Keynes, kısaca “Genel Teori” olarak anılan
eserinde klasik iktisadi düşünceyi başlıca şu açılardan eleştirmiştir:



1. Klasik iktisatçılardan Jean Baptiste Say tarafından “arz kendi talebini
yaratır” (supply creates its own demand) şeklinde ifade dilen Piyasalar
Kanunu (The Law of Markets) gerçek iktisadi yaşama uygun değildir. 1929
Büyük Depresyonu açık bir şekilde toplam talep yetersizliğinden
kaynaklanmıştır. Toplam talep, klasik iktisatçıların iddia ettikleri gibi arzın bir
fonksiyonu değildir. Aksine toplam arz, toplam talebin bir fonksiyonudur ve
toplam talep tarafından yönlendirilir. Keynes’e göre ancak “üretim ve
istihdamın bütün düzeyinde toplam talep fiyatının toplam arza eşit olduğu
noktada arz kendi talebini yaratır” (Keynes, 1967; 21). Keynes’in Genel
Teorisi, 1929 Büyük Depresyonunun ortaya çıkardığı işsizlik ve yetersiz
üretimin sebebi olarak “efektif talep” teki yetersizlikleri görmekte ve Say’ın
Piyasalar Kanunu’na karşılık olarak “talep kendi arzını yaratır” (Demand
creates ıts own supply) görüşünü savunmaktadır. Bu görüşün gerisinde,
talep yükseldiğinde bunun üreticilerin yatırım arzlarını da artıracağı görüşü
yatmaktadır (Cowen, 1982; 178-182, Evans, 1982; 33-34). Keynesyen
İktisat, özel tüketim ve yatırım harcamalarının yetersizliği durumunda, yani
depresyon dönemlerinde, devletin “telafi edici maliye politikası”
(compensatory fiscal policy) uygulayarak özel tüketim ve yatırım
harcamalarını uyarmasını önermektedir.



2. Klasik iktisat teorisinde savunulduğu gibi ekonomi her zaman tam
istihdam denge düzeyinde bulunmaz. “Görünmez el” in ekonomiyi
“kendiliğinden” ve “daima” tam istihdam denge düzeyinde koruması mümkün
değildir. Tam istihdam denge düzeyinden sapmalar, devletin düzenleyici ve
müdahaleci önlemler almasını gerektirir. Keynes’e göre, laissez-faire politikası
tutarsızdır. Toplam arz ve toplam talep arasındaki dengesizlikleri devletin
mali ve parasal araçlarla gidermesi gerekir.



3. Tasarruf ve tüketim fonksiyonlarını faiz oranı değil, gelir belirler. Diğer bir
deyişle, tasarruf, klasik iktisatçıların savundukları gibi faizin değil, gelirin bir
fonksiyonudur. Faiz hadleri para arzı ve talebi arasındaki ilişkilere göre
belirlenir.



4. Klasik Miktar Teorisi geçersizdir. Para arzında meydana gelen artışların
tamamı enflasyonist değildir. Para arzındaki artışların bir kısmı muamele
motifi (transactions motive) dışında, spekülasyon motifi (speculative motive)
ve ihtiyat motifi (precautionary motive); ile belirli bir süre harcanmadan elde
tutulmaktadır (Keynes, 1967; 170).



5. Ücret düzeyinin düşmesi ile istihdam hacminin her zaman genişlemesi
beklenemez. Zira, üretim tekniği veri iken istihdam düzeyini, emeğin marjinal
verimini ve reel ücreti belirleyen etken efektif taleptir.
Bu açıklamalardan sonra şimdi Genel Teori’ nin analitik yapısını incelemeye
çalışalım: Bilindiği üzere Keynes, Genel Teorisi ile 1950’li yılların başlarından
1970’ li yılların sonlarına değin geçen dönemde iktisat politikasına hakim olan
makro iktisat teorisinin temellerini ortaya koymuştur. Keynes, bu ünlü
eserinde makro ekonomik denge oluşumunu “efektif talep” ilkesinden
hareketle tüketim, yatırım ve tasarruf fonksiyonları vasıtasıyla incelemeye
çalışmıştır. Keynes’e göre, bir ekonomide üretim faktörlerinin kullanıldığı
sınıra kadar toplam arz elastikliği sonsuz varsayılabilir. Diğer bir deyişle, tam
istihdam denge düzeyine kadar toplam talepteki her artış arzı da peşinden
sürükler. Bu bakımdan denge gelir düzeyini belirleyen etken efektif taleptir.
Keynes, efektif talebi bir toplumda müteşebbislerin mevcut istihdam
seviyesinde sahip oldukları üretim faktörlerinden elde etmeyi umdukları
gelirin toplamı olarak ele almaktadır. Keynes Genel Teori' de şu tanımı
yapmaktadır: “Efektif talep, müteşebbislerin elde etmeyi umdukları toplam
gelir (ya da hasıla) dir ve bu kavram cari istihdam düzeyinde diğer üretim
faktörlerinin gelirlerini de kapsar. Toplam talep fonksiyonu, çeşitli hipotetik
istihdam hacimleriyle üretimden elde edileceği umulan hasılat arasında ilişki
kurar; efektif talep, toplam talep fonksiyonunun etkin olduğu noktadır. Arz
koşulları ile birlikte ele alındığında, efektif talep müteşebbislerin kar
beklentisini maksimize eden istihdam düzeyine uygun düşer.” (Keynes, 1967;
55).
Efektif talep, Keynes’in modelinde tüketim ve yatırım harcamalarının
toplamından oluşur. Keynes’e göre ekonomi, klasik iktisatçıların ifade ettiği
gibi her zaman tam istihdam denge düzeyinde bulunmayacağından,
ekonominin içinde bulunduğu konjonktüre göre devletin tüketim ve yatırım
harcamalarını artırması (azaltması), yani efektif talebi bir araç olarak
kullanması gerekmektedir.
Keynes’e göre makro ekonomik denge açısından efektif talep stratejik bir
role sahiptir. Keynes, efektif talebi yaratan başlıca üç fonksiyondan söz
etmektedir: Tüketim fonksiyonu, tasarruf fonksiyonu, yatırım fonksiyonu.
Keynes Genel Teorisi’nde tüketime özel bir ağırlık vermiştir. Keynes’e göre,
“tüketim bütün ekonomik faaliyetlerin tek amacıdır. İstihdam imkanları
zorunlu olarak bir dereceye kadar toplam talep ile sınırlıdır” (Keynes, 1967;
104). Tüketim fonksiyonu, tüketicilerin harcama eğilimlerini gösterir.
Tüketim harcamaları milli gelirlerin artan bir fonksiyonudur.
Keynes’e göre efektif talebin diğer bir unsuru tasarruf fonksiyonudur.
Tasarruflar da milli gelirlerin artan bir fonksiyonudur. Genel Teori’ de yatırım
fonksiyonu ise milli gelir değişmelerinden bağımsız (otonom yatırımlar) ve
milli gelirin artan bir fonksiyonu (uyarılmış yatırımlar) olarak ele alınmıştır.
Bağımsız yatırım fonksiyonunda; girişimcilerin, yatırım kararlarını milli gelir
düzeyinde belirlemediği varsayılmaktadır. Girişimciler yatırım kararlarını
verirken, kullandıkları sermayeye ödedikleri faiz ile yatırım sonunda elde
edeceği yararı karşılaştırır. Yatırımın belli dönemler sonunda girişimciye
sağladığı yarar yani sermayenin marjinal etkinliği faiz haddinden büyük ise
girişimci yatırımı karlı bulur, aksi durumda ise girişimci yatırım yapmaktan
vazgeçer. Keynes, Genel Teori’ de şu görüşlerini belirtmektedir: “Yatırım
oranındaki bir artış (azalış) tüketim oranında da bir artış (azalış)
doğuracaktır. Çünkü toplumun davranışı genellikle, gelirlerinin yükselmesi
(azalması) halinde, gelirleri ve tüketimleri arasındaki açığı
genişletmeleri(daraltmaları) temayülündedir. Yani tüketim oranındaki
değişiklikler, genel olarak gelir oranındaki değişiklikler ile aynı oranda ve
ancak miktar olarak azdır” (Keynes, 1967; 248).
Genel Teori’ de makro ekonomik dengenin; toplam arz ile toplam talebin
eşitlendiği noktada veya toplam yatırımlar ile toplam tasarrufların eşitlendiği
noktada gerçekleşeceği belirtilmektedir. Toplam talebin arzdan fazla olması
(veya yatırımların tasarruflardan fazla olması) durumunda, ekonomide bir
enflasyonist açık ortaya çıkar. Toplam talebin toplam arzdan az olması
(yatırımların tasarruflardan az olması) durumunda ise bir deflasyonist açık
söz konusu olur. Keynes’e göre enflasyonist ve deflasyonist açığın
giderilmesi, devletin efektif talebi yönlendirmesi ile mümkün olur. Örneğin;
devletin depresyon dönemlerinde kamu harcamalarını artırması ve vergi
oranlarını indirmesi gerekir. Enflasyon dönemlerinde ise bunun tersini
yapması gerekmektedir. Keynes’e göre, devletin efektif talebi yönlendirmesi
otonom yatırımları artırması ile söz konusu olur. Keynes, otonom
yatırımlardaki artışın milli gelirde meydana getirdiği artışı veya azalışları
“çarpan” kavramıyla açıklamaktadır. Devletin kamu harcamalarını artırması,
sonuçta ekonomide milli gelirde ve dolayısıyla tüketim harcamalarında
artışlar doğurur. Keynes, tüketim malları talebindeki değişmelerin ise bu kez
yatırım harcamalarını uyaracağını belirtmektedir. Bu şekilde uyarılmış
yatırımlar da “hızlandıran” katsayısı kadar milli geliri artıracaktır (Keynes,
1967; 135-146).
Keynes, Genel Teorisi ile klasik iktisatçıların işsizlik sorununa ilişkin
yaklaşımlarını da eleştirerek bu konuda farklı bir yaklaşım ortaya
koymaktadır. Bilindiği üzere; klasik iktisat teorisi, işsizliğin nedeni olarak,
işçilerin tam istihdam denge düzeyindeki marjinal verime eşit ücrete razı
olmamalarını, daha yüksek ücret talep etmelerini göstermektedir. Klasik
iktisat teorisinde, emek arzı reel ücretin bir fonksiyonu olarak kabul
edilmiştir. Keynes, klasik iktisatçılardan farklı olarak iradi işsizlik dışında gayri
iradi işsizlik üzerinde de durmuştur (Keynes, 1967; 15). Keynes’ e göre, gayri
iradi işsizlik sorununun çözümü için devletin yatırımları artırarak emek
talebini genişletmesi gerekmektedir.



III. TALEP - YÖNLÜ İKTİSAT TORİSİNDE “KEYNES” VE
“KEYNEZYENLER” TARTIŞMALARI
Keynes’in "Genel Teorisi" ve diğer eserlerindeki düşünceleri, zaman içerisinde
iktisatçılarca farklı şekillerde yorumlanmıştır. Diğer bir ifadeyle, Keynesyen
iktisat zamanla kendi içerisinde bölünmelere uğramıştır. "Keynes bir
Keynesyen miydi?", "Keynes kendi analizini kendi yıktı" şeklinde gelişen bu
tartışmalar,günümüze değin Keynesyen literatürde farklı akımların ortaya
çıkmasına neden olmuştur.Bu akımları kısaca özetlemekte yarar
bulunmaktadır:



1. Neo-Klasik Keynesyen İktisat (Neo-Walrasian Denge Analizi)
1936 yılında J.M.Keynes’in Genel Teorisi’ni yayınlamasından sonra,bu teorinin
akademik çevrelerde tanınmasında ve benimsenmesinde J.Hicks’ in önemli
katkıları olmuştur. Hicks,1937 yılında yayınladığı ünlü makalesinde
(“Mr.Keynes and the Classics”) (Hicks,1937), Keynes' in Genel Teorisindeki
görüşlerini klasik iktisadın temel ilkeleri ile bağdaştırarak adeta iki teorinin
sentezini yapmıştır. Hicks; çalışmalarında önemli ölçüde Walras Genel Denge
Modelinden etkilenmiş, böylece Keynes' in Genel Teorisi' ndeki açıklamalarını
bu çerçevede yorumlamıştır. Hicks, kısa dönem denge gelir ve istihdam
düzeyi ve faiz oranının geometrik olarak; paranın arzı para talebine
eşitlendiği bir seviyede belirleneceğini kabul etmiştir. Hicks’in bu görüşleri
daha sonra A.H.Hansen tarafından geliştirilmiş ve iktisat literatürüne Hicks-
Hansen Modeli olarak geçmiştir. Gelir-Harcama Modeli (Income-Expenditure
Model) veya IS-LM Analizi olarak da adlandırılan bu neo-klasik sentez, daha
sonraları başlıca Don Patinkin, Paul Samuelson ve James Tobin’in çalışmaları
ile önemli ölçüde geliştirilmiştir. (Bkz: Savaş, 1984).



2. Fundamentalist Keynesyen İktisat
G.L.S. Shackle’in öncülük ettiği bir grup iktisatçı neo-klasik iktisadı eleştirerek
gerçek “Keynesyen İktisat”ın, Keynes’in Genel Teorisi' nde yer alan görüşleri
olduğunu savunmuşlardır. Shackle,1938 yılında yayınladığı kitabında
(Beklentiler, Yatırım ve Gelir) (Shackle,1938) belirsizliğin Keynes’in iktisadının
temeli olduğunu ve bunun yatırım kararlarında önemli bir rol oynadığı
konusu üzerinde durmuştur. Shackle ve onu takiben Paul Davidson,
çalışmalarını özellikle Keynes’in orijinal eserleri üzerinde sürdürmüşlerdir
(Gilbert,1983;192-202).



3. Anti-Walrasian Keynesyen İktisat
R.Clower ve A.Leijonhufved’in öncülük ettiği bir grup iktisatçı, Keynesyen
Teorinin, klasik bir teori ile birleştirilemeyeceğini öne sürerek, mal ve emek
piyasalarında denge halini inceleyen neo-klasik sentezin (Walras Genel
Denge Modeli) Keynesyen Teori içerisinde yer almasını şiddetle
eleştirmişlerdir. Clower ve Leijonhufved yaptıkları çalışmalarla “Keynes’in
İktisadı” ile mevcut ders kitaplarında yer alan “Keynesyen İktisat”ın
birbirinden farklı olduğunu savunmuşlardır.
Clower, 1965 yılında yayınlamış olduğu makalesinde neo-klasik iktisadı
eleştirerek, görüşlerini “Keynesyen Karşı Devrim” (The Keynesian Counter-
Revolution) başlığı altında sunmuştur. Leijonhufved ise “Keyezyen İktisat ve
Keynes’in İktisadı Üzerine” (On Keynesian Economics and the Economics of
Keynes) adını taşıyan kitabında neo-klasik sentezin,Keynes’in Genel Teorisi'
ni yanlış yorumladığını, gerçekte Keynes modelinin bir dengesizlik modeli
olduğunu ve bu yüzden Walrasian Analiz ile birleştirilemeyeceği iddiasında
bulunmaktadır (Bkz:Clower, 1965; Leijonhufved 1968; Gilbert,1983).



lV. SONUÇ
Bu kısa araştırmada 1929 Büyük Depresyonunun ortaya çıkardığı deflasyon,
yetersiz üretim ve işsizlik gibi iktisadi sorunların çözümüne yönelik olarak
geliştirilen Talep-Yönlü İktisat Teorisi' nin temel esasları ve analitik çerçevesi
özetlenmiştir. Başlangıçta ünlü İngiliz İktisatçı J.M.Keynes’in "İstihdam, Faiz
ve Paranın Genel Teorisi" başlığını taşıyan eseri ile “Keynes’in İktisat Teorisi”
şeklinde ortaya çıkan Talep-Yönlü İktisat, daha sonraları başka iktisatçıların
katkıları ile “Keynesyen İktisat “ olarak gelişimini sürdürmüştür. Keynesyen
İktisat özellikle 1950’li ve 1960’lı yıllarda altın yıllarını yaşamış ve bu yıllarda
Keynesyen iktisat politikaları pek çok ülkede uygulama imkanı bulmuştur.
Daha sonra 1970’li yıllarda Keynesyen iktisatçılar arasında bazı fikir ayrılıkları
ve bölünmeler söz konusu olmuştur. Literatürde Neo-Klasik Keynesyen
İktisat, Fundamentalist Keynesyen İktisat, Anti-Walrasian Keynesyen İktisat
vb. yaklaşımlar gündeme gelmiş ve tartışılmıştır.






KAYNAKLAR
CLOWER, Robert W., ”The Keynes in Counterrevolution : A Theoretical Appraisal”,
in: The Theory of Interest Rates: proceeding of Conference Held by International
Economy Association, F. H. Hahn ve F. P. R. Breakling (Ed.) London: Mcmillan, 1965.
GILBERT, J.C. Keynes’s Impact on Monetary Economics, Bautter Worths, 1982.
HICKS, John M., "Mr.Keynes and the Classics", Econometrica, April-1937.
KEYNES,John M., The General Theory of Employment, Interest and Money ,London
:Mcmillan , 1967.7th ed. (Orijinal ed.1936).
LEIJONHUFVED, Alex., On Keynesian Economics and the Economics of Keynes,
London: Oxford University Press,1968.
SAVAŞ, Vural., Keynesyen İktisat Yıkılırken, İstanbul: Fatih Yayınevi Matbaası, 1984.
SHACKLE,G.L.S., Expectation, Investment and Income ,Oxfort: Oxfort University
Press,1938.



2 Mart 2008 Pazar

LAFFER EĞRİSİ TEORİSİ: VERGİ ORANLARI ve VERGİ GELİRLERİ İLİŞKİSİ

Vergi indirimlerinin üretimi canlandıracağı ve vergi gelirlerini arttıracağı görüşü iktisat teorisinde Laffer Eğrisi olarak bilinen ve Arthur Laffer tarafından ortaya atılan teoriye dayanmaktadır. Laffer Eğrisi, arz-yanlı iktisat okulunun da temel malzemesi olmuş ve ABD'de Reagan döneminde, ekonominin temel politikası olarak uygulanmış, ancak kısa dönemde üretimde kısmi bir artış olmasına rağmen, vergi gelirlerini artırmakta arzulanan sonuçlar tam olarak elde edilememiştir. Bu bağlamda Laffer Eğrisi teorisinin temel çerçevesini genel hatlarıyla sorgulamak yararlı olacaktır.

Arz-yanlı iktisat, 1970'li yıllarda, enflasyon ve işsizliğin aynı anda ve yüksek oranlarda yaşandığı "stagflasyon" probleminin ortaya çıkması ve Keynesci modelin bu sorunu çözümleyememesi üzerine ortaya çıkmıştır. Arz-yanlı iktisat yaklaşımında, iktisadi soruna talep cephesinden yaklaşan Keynesci modelin aksine, ekonominin arz yönüne ağırlık verilmekte ve üretimin özellikle vergi indirimleri yoluyla teşvik edilmesi önerilmektedir. Düşük üretim düzeyi ve düşük büyüme hızı şeklinde yaşanan ekonomik durgunluğun nedeni arz yanlılarınca, enflasyon nedeniyle yüksek gelir dilimlerinden vergi ödeyenlerin sayısının artmasına ve dolayısıyla çalışma gayretlerinin olumsuz etkilenmesine bağlanmıştır[1]. Arz-yanlı iktisat yaklaşımı ABD'de Reagan döneminin başlamasıyla 1980'li yılların en popüler iktisat akımı haline gelmiştir.

Arz-yanlı iktisat yaklaşımına göre, kamu harcamaları kısılmalı ve devletin ekonomideki rolü en aza indirilmelidir. Arz-yanlı iktisat, Keynesyen ekonomik politikaların dayandığı talep-yönlü iktisada bir tepki olarak doğduğu için talep-yönlü iktisadın aksine, bütün iktisadi sorunların arz kaynaklı olduğunu kabul etmektedir. Arz-yanlı iktisat teorisi esasen J.B.Say'in "her arz kendi talebini doğurur" şeklinde kısaltılan "Mahreçler Kanunu"nun yeniden gündeme getirilmesidir. J.B. Say, "Mallar için talep yaratan üretimdir...Bir mal arz edilince, bu andan itibaren, bütün değeri tutarınca, talep yaratır...Bir malın yaratıldığı andan itibaren, diğer mallar için piyasa açılmış olur."[2] diyerek ekonomik sorunların çözümünde arz-yanlı politikaların önemini vurgulamıştır.
Arz-yanlısı iktisatçılara göre, üretimi teşvik edecek en önemli araç vergi indirimleridir. Arthur Laffer, vergi oranları ve vergi gelirleri arasında kurmuş olduğu ve Laffer Eğrisi olarak adlandırılan geometrik ilişkide, vergi indirimlerinin ekonomiyi canlandırarak vergi gelirlerini arttıracağını ileri sürmektedir. Buna göre; vergi oranlarının azaltılması, sanıldığı gibi vergi gelirlerini azaltmayacak tam aksine arttıracaktır. Laffer Eğrisi'nden hareketle, kişisel gelir vergisinin üst dilimlerinde vergi oranlarının azaltılması, sermaye kazançları üzerinden alınan vergilerde önemli ölçüde kısıntıya gidilmesi savunulmaktadır. Böylesi politikalar, tasarruf oranlarını ve ekonomik büyümeyi hızla yükselteceğinden sonuçta vergi gelirleri de büyüyecektir. Öte yandan vergi oranlarının düşürülmesi vergi kaçakçılığını da azaltacaktır. Bu da vergi gelirlerini yükseltici ikinci bir etken olacaktır. Görüldüğü gibi bu yaklaşımda, düşük vergi oranlarının yüksek vergi hasılatı sağlayacağı savunulmaktadır. Kanaatimizce, bu yaklaşımın başarılı olması için en önemli şart kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınabilmesidir. Bu gerçekleşmediği takdirde Laffer Eğrisi teorisi arzulanan sonuçları tam olarak vermeyebilecektir.
Vergi gelirlerini düşürerek ekonominin canlanmasının mümkün olacağını ileri süren Arthur Laffer'a göre %100 vergi oranı uygulandığı zaman fertler vergi ödemez. Çünkü bu oran fertlerin kazanma ve gelir elde etme şevkini kırar. Vergi oranının sıfır olduğu durumda ise vergi geliri de sıfırdır. Bu noktadan itibaren vergi oranlarının X noktasına kadar arttırılması halinde vergi gelirleri de artacaktır. X noktasından sonra vergi oranlarının arttırılması ise vergi gelirleri üzerinde olumsuz bir etkiye yol açacaktır. X noktası maksimum vergi geliri noktasıdır. Laffer, vergi oranını sıfırdan başlatarak vergi gelirlerindeki artışların ne seyir izleyeceğini aşağıdaki şekil yardımıyla açıklamıştır[3]:


( T )
Vergi
Geliri
T= tx (t)



X 100 Vergi Oranı (%)
Laffer Eğrisi ( t )

Vergi gelirlerini vergi oranı t'nin belirlediği Laffer eğrisi yukarıdaki biçimde çizilebilir ve {T= tx (t); x = x (t) => d T/ d t = 0} şeklinde formüle edilebilir. Buna göre, x (vergi matrahı), t'nin artan bir fonksiyonudur ve vergi gelirlerinin maksimum olduğu noktada marjinal vergi geliri sıfıra eşit olur. Eğri yorumlanacak olursa, X oranının üstünde, vergi geliri ile vergi oranı arasında talep eğrisine benzer negatif eğimli bir ilişki olup, vergi oranı değişebilen bir fiyattır[4].

Yukarıdaki şekilden görüldüğü gibi, Laffer Eğrisi, vergi oranları ile devletin tahsil edeceği toplam vergi gelirleri arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Bu eğrinin mantığında, bireylerin vergi oranlarında meydana gelen her değişikliğe tepkide bulunacağı varsayımı bulunmaktadır. Vergi oranında yapılan artış ne derece yüksek olursa fertlerin vergi ödemekten kaçınma eğilimleri de o derecede yüksek olacaktır. Bunun bir yolu daha az çalışmak daha az tasarruf ve daha az yatırımda bulunmaktır. Diğer bir yolu da yasa dışı davranışlara başvurup vergi kaçırmaktır. Buna göre vergi oranlarındaki artışlar, belirli bir düzeye ulaştıktan sonra bireyler çalışmalarını azaltacaklar ve daha fazla vergi kaçırmanın yollarını araştırmaya başlayacaklar ve dolayısıyla vergi oranı artışları devletin elde edeceği vergi gelirlerinin azalması ile sonuçlanacaktır[5]. Yatay eksende vergi oranının, dikey eksende ise vergi gelirinin gösterildiği Laffer Eğrisi'ndeki X oranı devletin sağlayacağı vergi gelirinin maksimum olacağı orandır. Arz-yanlısı iktisatçılar gelişmiş ülkelerdeki yönetimlerin genellikle bu oranın üzerinde vergi uyguladığı görüşünde olduklarından vergi indirimlerini savunmaktadırlar. Böylelikle yapılan her indirim vergi gelirlerini artıracaktır.

Arz-yanlısı iktisatçılara göre, vergi oranlarındaki değişiklikler nispi fiyat değişikliklerine yol açarak insanların, çalışmakla boş kalmak arasındaki, piyasa içi faaliyet ile piyasa dışı faaliyet arasındaki tercihleri üzerinde büyük ölçüde etki yaratmaktadır. Arthur Laffer'a göre, vergi indirimleri o derecede etkilidir ki çalışma isteğini arttırmak yoluyla toplam vergi gelirlerini yükseltir ve ayrıca arz cephesindeki etkisiyle üretim artışı oranını yükselterek enflasyon probleminin çözümüne yardımcı olur. Arz yanlısı iktisatçıların yapmak istediği, vergi indirimleri ile insanların daha uzun süre çalışmalarını sağlayarak ve daha çok tasarruf ederek üretime ayırmak için daha çok sermaye malı almalarını sağlayacak bir gelir artışı sağlamaktır. Bu şekilde daha fazla emek ve sermaye üretime katılarak, toplam üretim ve reel gelirler artacaktır[6].

Vergi oranlarını düşürerek ekonomide daha fazla istihdam yaratılabileceği, üretimin ve vergi gelirlerinin arttırılabileceğini öngören Laffercı yaklaşım 1980'li yıllarda ABD'de büyük ilgi görmüş ve Reagan'ın da ekonomi programının temelini oluşturduğu için Reaganomics[7] olarak adlandırılmıştır. Buna göre, düşük vergi oranları özel sektörü daha fazla işçi çalıştırmaya teşvik edecek, ekonomiyi daha yüksek büyüme oranlarına götürecektir. Reagan tarafından seçim kampanyasında kullanılan bu argüman, vergi oranlarında bir azalışın vergi gelirlerinde bir artışa sebep olacağını ve böylelikle bütçe açığına sebep olmayacağını öngörüyordu.

Ücretlerin daha düşük bir oranda vergilendirilmesi ise reel ücretleri arttıracağından teorik olarak emek arzını arttıracaktır. Emek talep fonksiyonu sabitken, reel ücretlerin artması emek arz fonksiyonunu da arttıracak ve emek piyasası dengesi daha yüksek bir istihdam seviyesinde kurulacaktır.
Arz-yanlı yaklaşım taraftarı iktisatçılar Laffer Eğrisi'nden hareketle, vergi oranlarındaki düşüşün vergi matrahını büyüttüğü için vergi gelirlerini arttıracağını ileri sürmüşler, ancak bu argümanın aksine, ABD'deki bütçe açıkları 1981'deki vergi indirimlerinden sonra artmıştır. Reagan Yönetimi, çalışmayı, tasarrufu ve yatırımı özendirmek için vergilerde indirim yapmış ancak kısa dönemde bu uygulamanın sonuçları en azından bütçe açığını artırması bağlamında yararlı olmamıştır. Sonuç olarak, dünyanın en gelişmiş ülkesinde bile vergi indirimleri politikası kısa dönemde üretimi canlandırsa bile vergi gelirlerini arttırıcı sonuçlar doğurmamıştır. Bunun temel nedeni ise kayıt dışı ekonominin vergi oranlarındaki azalışa çok fazla tepki vermemesidir. Ancak, belirli koşullar altında, özellikle kayıt dışı ekonomi kayıt altına alınabildiği taktirde Laffer Eğrisi teorisinin olumlu sonuçlar doğurabileceği değerlendirilmektedir. Ekonomik kalkınmanın finansmanında, geniş ölçüde vergilere bağımlı bulunan gelişmekte olan ülkelerde ise zaten büyük çapta bir bütçe açığı vardır ve vergi oranlarında indirim yaparak bu teoriyi test etmek bu ülkeleri daha zor ekonomik problemlerin içine sokabilecektir.

DİPNOTLAR

[1] G. Demir, Devlet-Ekonomi Ýliþkisinde Dönüþüm, Ýstanbul: Beta Basým, 1994, s.26.
[2] G. Kazgan, Ýktisadi Düþünce, Ýstanbul: Remzi Kitabevi, 1991, s.106.
[3] H. G. Monissen, “Explorations of the Laffer Curve", Germany: University of Wuerzburg, http://www.gmu.edu/jbc/fest/files/Monissen.htm
[4] Ibid.
[5] H.Seyidoðlu, Ekonomik Terimler, Ýstanbul: Güzem, 1992, s.516.
[6] O. Z. Orhan, Baþlýca Enflasyon Teorileri ve Ýstikrar Politikalarý, Ýstanbul: Filiz Kitabevi, 1995, ss.197-198.
[7] B. Bartlett, Reaganomics: Supply Side Economics in Action, Connecticut: Arlington House Publications, 1981.


http://www.muhasebeburosu.com/habergoster.asp?id=377